Bünyamin BERK
  DİL VE ÇOCUKTA DİL GELİŞİM KURAMLARI
 

DİL VE ÇOCUKTA DİL GELİŞİM KURAMLARI

Özet

Bu makalede, birçok dil uzmanının dil hakkındaki görüşlerinden yola

çıkılarak dilin ayrıntılı bir tanımı yapılmaya ve aynı zamanda dilin

gelişimini açıklayan ünlü teoriler ele alınarak çocukta erken yaşlarda dil

gelişimi hakkında okuyucuya bir ışık tutulmaya çalışıldı.

Anahtar Sözcükler: Dil, dil edinimi, dil donanımı, çocukta konuşma

Giriş

Dil, bilgi iletmek için, sınırsız birleşimi olan istemli sembollerin kullanıldığı karmaşık

bir iletişim sistemidir. Dil, duygusal ve sosyal iletişimin en önemli birimlerinden biridir. Bir

anda akla gelemeyecek kadar çok yönlü, farklı farklı nitelikleri olan, bugün bile tam olarak

çözülememiş bir varlıktır. Dil, insan ve toplumdan ayrı düşünülemeyecek, bilim, sanat,

teknik, kültür gibi bütün alanlarla ilgisi bulunan, aynı zamanda onları oluşturan bir kurumdur.

(Bkz. Aksan, 1998, 11).

Dil, insanın dünyadaki yerini ve değerini belirleyen olgudur. Konuşma yeteneği, yani

dil, insanın en önemli niteliklerinin başında gelir. İnsanın duygularını, düşüncelerini,

isteklerini bütün ayrıntılarıyla açığa vurmasını, yaşamını sürdürmesini mümkün kılar. Dil,

insanların toplum içerisinde yaşaması, bireyler ve toplumlar arası iletişimin sağlanması için

gereklidir. Dil kelimesinin Türkçede birbirinden farklı iki olayı ifade ettiğini hatırlamakta

fayda vardır. İki komşu kadın arasındaki şu konuşmada bu iki anlam açığa çıkmaktadır. A:

“Düşünün hele, on dil konuşan komşumuz profesörün korkudan dili tutulmuş!” B: “Öyle mi,

hangi dili?”. Alman Dilbilimci Walter Porzig, dil tutulmasına “

kaybetmek

söyleyiş tarzını iyi bilmek

konuşma kabiliyetini”, bir dil konuşmaya ise, “bir gramer ve sözlükle tasvir edilebilecek belirli bir” açıklamalarını getirmektedir. (Bkz. Porzig, 1995, 99).

En basit şekliyle iletişim aracı olarak tanımlanan dilin, birçok bilim adamı tarafından

yapılmış farklı betimlemelerine rastlanmaktadır. Prof. Dr. Berke Vardar Dilbilim Terimleri

Sözlüğü’nde dili, “

olarak tanımlamaktadır. (Vardar, 1998, 75). Büyük dilbilimci Ferdinand de Saussure ise, dili,

işaretler ve göstergelerden oluşmuş bir sistem olarak tanımlamaktadır. (Bkz. Saussure, 1985,

18).

Ferdinand de Saussure’ün yaptığı ve birçok dilbilimcinin benimsediği ayrıma göre, dil

yetisinin toplumsal ürünü olan dil, bu yetinin bireylerce kullanılabilmesini sağlayan ve

toplumca benimsenmiş olan uzlaşımsal bir düzendir. Andre Martinet’nin tanımına göre “

dil, insan deneyiminin, topluluktan topluluğa değişen biçemlerde, anlamsal bir içerikle sessel

bir anlatım kapsayan birimlere, başka bir deyişle, anlambirimlere ayrıştırılmasını sağlayan

bir bildirişim aracıdır.

ve doğal diller dışında kalan trafik işaretleri, sinema dili, arıların dili gibi her türlü göstergeler

dizgesi ve anlatım yöntemi de dil olarak tanımlanmaktadır.

Dil, insanların birbirlerine bilgi, düşünce ve eğilimlerini aktarabilmelerinin yanı sıra,

fikirlerini düzenleyebilmelerini ve duygularını ifade edebilmelerini mümkün kılar. Kültür

değerleri ve bilgilerin çoğu kuşaktan kuşağa sözlü ya da yazılı sözcükler yoluyla

iletilmektedir. Dil ve düşünce çalışmalarında yoğunlaşan yirminci yüzyıl dilbilimcileri,

psikologları ve sosyologları, bu ikisi arasında sıkı bir ilişki bulmuşlardır. Mehmet Kaplan,

Kültür ve Dil adlı eserinde bu ilişkiyi, “

dünyalarını tayin eder

görüşü dilinin sahip olduğu kelimelerle sınırlıdır. İnsanlar bildikleri ve tanıdıkları varlıklara,

duygu ve düşüncelere ad koyar, bilmediklerinin dillerinde adları yoktur. (Bkz. Kaplan, 2002,

112). Herkes doğrudan kendi yaşantısı yoluyla öğrendiğinden çok daha fazlasını dil yoluyla

öğrenir.

Dil, düşünme ile birlikte, bellek, muhakeme, problem çözme ve planlama gibi bilişsel

süreçleri de içermektedir. Aynı zamanda, özellikle insanların sosyal yaşamları için

kaçınılmazdır. Dil, hem donanım, hem de kazanım ile ilgili bir gelişim alanıdır. Kişinin, dile

ilişkin doğuştan getirdiği birçok donanım vardır. Dilbilimci Hugo Moser, dilin fizyolojik,

psikolojik ve bilişsel alanlarda birleştiğini ifade etmektedir. Sesleri fizyolojik temellere

dayandırarak, farklı organların seslerin oluşmasında rol aldığını söylemektedir. Kelime

kullanımını, bunların seçimini, bunların anlam ile ilişkilendirilmelerini psikolojik alanda

gruplandırmaktadır. Dil ve düşünme ikilisini de üçüncü alana yerleştirerek, dilin mantıki,

düzenleyici ve açıklayıcı bir görevi olduğuna işaret etmektedir. (Bkz. Moser, 1965, 37).

belli bir insan topluluğuna özgü, çift eklemli sesli göstergeler dizgesibir” (Martinet, 1998, 28). Bununla birlikte, iletişim aracı olarak kullanılandil, onu konuşanların duygu, düşünce ve hayal” (Kaplan, 2002, 112) diye özetlemektedir. Ona göre, bir milletin dünya

3

Kişinin, doğuştan getirdiği dil donanımları beyin ile ilgilidir. Beyin, dil sisteminin

yöneticisi ve kendisi de bir donanımdır. Konuşma, temelde beyin kabuğundaki iki alan

tarafından kontrol edilmektedir. Konuşma ve konuşulan dili anlama ile ilgili Broca ve

Wernickle alanları beyin lokalizasyonuna ilişkin iki merkezdir. Broca alanı, beynin konuşma

ile ilgili seslendirme yeteneğinin odak noktasıdır ve konuşmadaki sesleri kontrol eder.

Wernickle alanı ise konuşma seslerinin tanınması ve ayırt edilmesi ile ilgilidir. Dili her türlü

ifade biçimiyle anlama yeteneği, Wernickle alanının incinmesi ile önemli ölçüde aksar. Genel

olarak Wernickle alanı duyusal, Broca alanı ise motor alandır. (Bkz. Morgan, 1991, 186).

Diğer taraftan, dil gelişimini tamamen biyolojik donanım olarak açıklamak imkânsızdır. Dil,

hem donanım, hem de kazanım ile ilgili bir alandır. Dil, belli evreler veya zamanla kazanılan

kurallar bütünüdür. Çocuk, çevreyle iletişim sonucu ister bilişsel süreçler, ister taklit, isterse

model alma gibi yollarla dil kazanımını elde eder. Dil gelişiminin nasıl ortaya çıktığına ilişkin

farklı görüşler aşağıda yer almaktadır.

1Davranışçı

Görüş

Bu görüşe göre, çocuklar konuşulan dili, herhangi bir şeyi öğrendikleri gibi öğrenirler.

Çevreden gelen birçok ses uyaranının zamanla sınıflandırılması, şekillendirilmesi ve benzer

durumlarda aynı ses ve tepkilerin verilmesi gerçekleşmektedir. Anne veya önemli diğer

kişilerin çocukla ilişkilerinde vermiş oldukları tepkiler çocuk tarafından zamanla dile

dönüştürülür. Ödül ve ceza gibi pekiştirenler yoluyla bu gelişim sürdürülür. Sonuçta konuşma

şekillenir. Pekiştirilmenin yanı sıra, bebeklerin sıklıkla duydukları sesleri taklit etmeleri de

dilin kazanılmasında önemli yer almaktadır.

2Sosyal

Etkileşim Kuramı

Davranışçı yaklaşımın bir ileri boyutu olan sosyal etkileşim kuramı da dil kazanımını

doğrudan taklit ve model alma ile ilişkilendirmektedir. Bu kuramda, dil öğreniminde sosyal

ve kültürel ortamdan etkilenildiği vurgulanır.

3Ana

Dili (nativist) Yaklaşımı

Ana dili yaklaşımı, dil kazanımı ile ilgili başka bir görüştür. Bu yaklaşım, dilin genetik

olarak aktarıldığını ve tüm insanların dil kazanım araçlarına önceden sahip olduklarını

savunmaktadır.

4

4Dil

Gelişimini Biyolojik Temellere Bağlayan Görüş

Noam Chomsky ve Lenneberg gibi dilbilimciler, dil gelişimini biyolojik temellere

dayandırmaktadırlar ve çevresel koşulların da dil gelişimi üzerindeki etkilerini göz ardı

etmemektedirler.

Dil gelişimini biyolojik ve psikolojik temellerden yola çıkarak açıklayan kuramcılara

psikolinguistik

kuramcılar denmektedir. Bunların içinde en önemlisi Noam Chomsky’nin

kuramıdır. Bu kurama göre insanlar doğuştan, dil öğrenebilmek için özel bir mekanizmaya

sahiptir. Bu mekanizma, çocuğun yakınında konuşulan dili içselleştirmesini, kurallarını

anlayıp öğrenmesini, sonra da uygun kurallar ile konuşmasını sağlar. Bu mekanizma

sayesinde tüm çocuklar aynı aşamalardan geçerek, biyolojik olarak belli bir olgunluk

düzeyine geldiklerinde, tıpkı yürümeyi öğrenir gibi konuşmayı öğrenmektedirler.

Chomsky, her ifadeyi dilbilimsel sistemde derin ve yüzeysel olmak üzere iki yapıya

ayırmaktadır. Derin yapı, kavramların anlamsal yönü ile yüzeysel yapı ise konuşulan

sözcükler ile ilgilidir. Çocuklar dili öğrenirken önce düşünsel olarak seslerin anlamlarını

kavrarlar, daha sonra onları yüzeysel yapıya dönüştürürler.

Psikolinguistik

kuramlara ilişkin olarak konuşmayı öğrenmede, sözcüklerin

anlamlarını kavrama ile anlamlı sesler çıkarma ya da konuşma olmak üzere iki farklı süreçten

söz edilebilir. Bu süreçler birbirleri ile iç içedir ve bilişsel gelişime paralel olarak gelişme

gösterirler.

Dil gelişimi konusunda araştırmalarıyla bilinen Vygotsky, dilin düşünce ile paralel

geliştiğini vurgulamaktadır. Bilişsel gelişimin farklı olduğu düşüncesine katılmayan

Vygotsky, dil eğitimi ve öğreniminin kişinin zihinsel düşünme yeteneğine etki ettiğini

belirtmektedir. Vygotsky’ye göre, sözcük nesnenin yapısına gitmekte ve böylece fonksiyonel

bir anlam kazanmaktadır. Vygotsky, aynı zamanda çocuğun içinde bulunduğu dil ortamının

düşünme düzeyine etki ettiğini söylemektedir. Bu nedenle, sözel düşünmenin, çocuğun

geçirmiş olduğu, gelişmemiş, benmerkezci, kısmi, ilkel dil aşamalarını inceleyerek

anlaşılabileceği vurgulanır.

Bilişsel gelişim ve genetik epistemoloji alanında önemli çalışmalar yapmış olan Jean

Piaget çocukta düşünce ve dil gelişiminin bir süreklilik içinde değil de, evrelerden geçerek

oluştuğunu ve birey çevre ilişkilerinde etkin bir şekilde yapılandığını savunmuştur. Piaget’e

göre, bilişsel gelişim ilk planda yer almaktadır. Dil gelişimi, genel bilişsel değişimlerin bir

koordinasyonudur ve bilişsel gelişim dilden etkilenmemektedir. Küçük çocukluk dönemindeki

gelişme sembolik düşünme yeteneğinden oluşmaktadır. Sembollerin istemli beyanı, çocuğa,

imgelediği her şeyi söylemesini mümkün kılmaktadır. Çocuğun ilk sözleri henüz gerçek

5

semboller değildir. Çünkü bu semboller görülen nesneler ve olaylarla ilişkilidir. Çocuklar,

çevrelerinde hazır bulunmayan şeylerden konuşmaya başladıklarında esas sembolleri

kullanırlar. Piaget’e göre, çocuk 7. yaşına kadar sosyal iletişimsel bir tavırla konuşmaz, çünkü

bencidir ve benci düşünmektedir.

Vygotsky ve Piaget’in yaklaşımları birlikte düşünüldüğünde, dil gelişiminin, dış

dünyadaki nesnelerin mental temsillerinin yapılmasıyla olgunlaştığı anlaşılmaktadır. Dil, bir

taraftan düşünme için hammadde oluştururken, diğer taraftan düşünebilme yeteneğine paralel

olarak işlemektedir. Farklı bir açıdan bakıldığında, dil, çocuğun soyut düşünebilme

yeteneğine dış dünyadan sembolleştirdiği anlamları iliştirmesine yardımcı olmaktadır. Yani,

dil ve düşünce oldukça iç içe ve birbirleriyle etkileşim içerisindedir. Bu yüzden, çocuk, dili

elverdiği oranda düşünür ve kavramsal düşünme yeteneği arttıkça da dili gelişir.

Günümüzde dil edinimi, kaynağını, çocukla en yakını arasında doğumdan hemen

sonra başlayan ilişkilerden alan ve en karmaşık şekliyle erişkinliğe kadar devam eden çok

boyutlu, sürekli bir süreç olarak betimlenmektedir. (Bkz. Zollinger, 1994)

Dil ediniminin ilk safhalarında karşılıklı paylaşım ön planda yer almaktadır. Çocuk,

doğuştan itibaren yakınında bulunan kişiler ile direkt ilişkilerinde iletişimsel paylaşımın

kurallarını öğrenmektedir ve dilin iletişimsel ortamında büyümektedir. Bu ilk safhanın ilk

paylaşımlarında yalnızca çevresinde var olan nesneler hakkında nasıl bir iletişimin söz konusu

olduğunu kavramaktadır. Bununla birlikte ilk sözcükleri anlayıp üretebilmektedir. Fakat

bunların henüz bir temsil özelliği bulunmamaktadır. (Bkz. Kuhn, 2006, 1)

Dil ediniminin ikinci safhası bilişsel süreçler ile tanımlanmaktadır. Bunlar, çocuğu,

sözcüklerin temsili boyutunu kavramaya ve dilin anlamsal düzlemini geliştirmeye

yönlendirmektedir. Çocuk, bilişsel süreçte, tutulup görülemeyen olay ve nesneleri de düşünüp

kurgulamayı öğrenmektedir. Böylece çocuk, yavaş yavaş somut ortamdan sembolik düzleme

geçmektedir. (Bkz. Kuhn, 2006, 1)

Dil yeterliliği için beş tür bilgiye ihtiyaç vardır. Bunlar, fonoloji, morfoloji, semantik,

sentaks ve pragmatiktir. Fonoloji, dilin temel ses yapılarını araştırır. Her dilde aynı olan

seslerin yanı sıra farklı sesler de bulunmaktadır. Çocuk, dilinin gelişiminde ilk olarak seslerle

karşılaşır ve bu sesler üzerinde yeterlilik kazanır. Bu seslere fonem adı verilmektedir.

Morfoloji, dildeki, anlam içeren en küçük birimleri inceleyen bilim dalıdır. Bu birimlere

morfem adı verilmektedir. Semantik genel olarak dilin anlam yönünü ele almaktadır.

Cümlelerin, kelimelerin incelemesini anlam açısından yapmaktadır. Cümlelerin kural ve yapı

açısından incelemesini yapan bilim ise sentakstır. Sentaks, kelimelerden oluşan cümlelerin

kurallarını işleten sistemdir. Pragmatik ise, farklı sosyal kontekstleri yöneten kuralları

6

araştırmaktadır. Kullanılan dilin sosyal bağlamda kullanım uygunluğu, yani pragmatiklerle

çocuklar, küçük yaşlarında nezaket ifadelerini, argo sözcükleri, emir kavramlarını, dilek ve

arzularını iletme kurallarını öğrenirler. Örneğin 5 yaşındaki bir çocuk 2 yaşındaki bir çocuğa

bir şeyler anlatırken, kendisine pragmatik bilgi verilmiş gibi, daha basit cümleler kullanır,

yavaş konuşur ve onun anlaması için sözcüklerini tekrarlar. (Bkz. Zwisler, 2006, 1)

Erken Yaşlarda Dil Gelişimi

Çocuklar, normal olarak okula gidinceye kadar temel dil becerilerini kazanırlar. Dil

gelişimi hem sözlü, hem yazılı iletişimle ilgilidir. Sözel iletişim daha erken gelişir. Yazılı

iletişim ise okul ile başlar.

Dil öğrenmek karmaşık bir süreçtir, ama insan dil öğrenmeye doğuştan yeteneklidir.

Çocuk daha annesinin karnındayken, onun sesini ve dilinin vurgularını fark edebilmekte,

doğduktan sonra da aynı dili, aynı çevrede yaşarken kolaylıkla öğrenebilmektedir.

Dil yeteneklerinin gelişimi de motor yeteneklerin gelişimi gibi düzenli bir sıra izler.

Ayrıca çocuklar üzerinde yapılan dil gelişimi çalışmaları sonunda, konuşmayı öğrenmenin ilk

dönemlerinde yaklaşık olarak tüm dünya çocuklarının temelde aynı gramer kurallarını

kullandıkları görülmüştür. Alman dilbilimci Hans Glinz de Deutsche Syntax adlı kitabında

çocukların “

hatta ilk cümleleri diye bir şey söz konusu değildir. Kendisi, çocuklarda ilk olarak evrensel

açıklamalardan bahsetmektedir. Bu evrensel açıklamalar herhangi bir durumda, çoğunlukla da

bir dinleyiciye verilen bir tepki olarak düşünülmektedir. Bu tepki büyüklerin dilinde cümlenin

yerini tutmaktadır. (Bkz. Glinz, 1970, 6)

Bebekler daha birkaç haftadan itibaren sesli uyarımları algılamaya ve onlara tepkide

bulunmaya başlarlar. Birinci ayda bah ve pah, ga ve da gibi heceleri birbirinden ayırabilirler,

seslere dikkatlerini vererek sesin geldiği yöne doğru başlarını çevirebilirler. Üçüncü aydan

itibaren, annelerinin sesini başka bir hanımın sesinden ayırabilirler.

Konuşmayı öğrenmek uzun ve karmaşık bir olgudur. Çocuk 12–15 aylıkken ilk

sözcüğü söyler. Bu demektir ki, 12. ya da 15. ayda çocuk, iletişimini dile hazırlık şeklinde

yapar. Çocuğun ihtiyacı olan iletişim bu evrede mimiklerle, ağlama biçimleriyle ve anlamsız

mırıldanmalarla ifade bulur. Kritik dönem olan 15 ay ve üstünde dil gelişimine ilişkin önemli

ipuçları bulunabilir. 15 aylık bir bebek daha çok işaret amaçlı dil kullanımını tercih eder.

Konuşma sırasındaki kelimeleri veya işittiklerini kullanabilir. 18 aylık bir bebek iki ve yakın

kelime genişliğinde anlamlı cümleler kurabilir. Yaklaşık olarak 20–30 kapasitelik kelime

hazinesine sahiptir. Yetişkinlerle sorucevap

şeklinde iletişim kurmaya çalışır.

evrensel açıklamalarından” söz etmektedir. Ona göre, çocukların ilk kelimeleri,

7

21 aylık bir çocuk şarkılı oyunları sever. Hareketlerini iletişim amaçlı kullanır. Kendi

başına gelenleri anlatmaya çalışır. Bazı zamirleri anlar ve benim, senin, ben ve sen

kelimelerini çok kullanır. 24 aylık çocuk söz dağarcığında yaklaşık 200–300 kelime vardır.

Her gün karşılaştığı nesnelerin adlarını öğrenmiştir ve kullanır. Kısa ve tam olmayan cümleler

kurar. İçinde, yukarı ve arkasında gibi bazı zarfları kullanır. Üç yaşındaki çocuklar artık

kelimelerle oynayabilir, 900–1000’e varan bir kelime hazinesine sahiptirler. 4 yaşında ise

yaklaşık 1500–2000 kelime dağarcığıyla oldukça çok soru sorarlar, daha karmaşık cümle

yapılarını kullanırlar. Hikâyelendirme bu yaşlarda belli sınırlılıklarla görülür. Niçin ve nasıl

sorularına cevap vermekte zorlanırlar. Çocuklar gramer kurallarının % 90’ını 5–6 yaşlarında

tamamlarlar, duygularını ifade etmeye başlarlar ve 2–3 bin konuşma, 20–24 bin anlama

kelime hazinesine sahiptirler.

Yaklaşık bir yılın sonunda yetişkinlerin anlayıp tanıdıkları sesleri üreten çocuklar,

ilköğretim birinci kademesinin sonunda aşağı yukarı 50 bin kelimelik konuşulan dili anlama

kapasitesine ulaşırlar.

Sonuç

Sonuç olarak, dilin toplumsal gerekliliği herkesçe kabul edilen bir özelliktir. Birçok

farklı bakış açısından ele alınabilen dilin, toplum ile sıkı bir ilişki içerisinde olduğu ve

toplumun bütün değerlerini kendisinde barındırdığı konusunda bütün uzmanlar hemfikirdir

denebilir.

Ayrıca çocuğun, dili ediniminde, yukarda ele alınan kuramların her birinin etkisini

göstererek bir bütün oluşturduğu sonucuna varılabilir. Kişinin dil edinimi bir koordinasyon

içerisinde gerçekleşmektedir. Bu koordinasyonu sağlayan öğeleri büyük ölçüde aile, yakın

çevre, okul, toplum ile televizyon, internet gibi günümüz iletişim ve teknoloji araçları

sağlamaktadır. Bunların olumlu etkilerinin yanısıra, oldukça yoğun olumsuz etkileri de

bulunmaktadır. Bu yüzden, çocuğun, sağlıklı bir şekilde dili edinmesi için, başta aile olmak

üzere, yakın çevrenin ve eğitimcilerin duyarlı olmaları gerekmektedir. Bu duyarlılık en basit

şekliyle, dilimizi muhafaza ederek kurallarına göre kullanmakta gösterilebilir. Yani,

çocukların dil eğitimini gerçekleştirirken, dilin bir kültür, tarih taşıyıcısı olduğunu

unutmamak gerekmektedir.

 

AKMAN, Y.ERDEN,

M. (1997). Eğitim Psikolojisi, Arkadaş Yayınevi, Ankara.

AKSAN, Doğan (1998). Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim I, Türk Dil Kurumu,

Ankara.

BAŞARAN, İbrahim Ethem (1998). Eğitim Psikolojisi, Aydan Web Tesisleri, Ankara.

 

 

 

 

KAYNAKLAR
 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol